Kayıtlar

Ahlat Ağacı Film Eleştirisi

Ahlat Ağacı Eleştiri  İçimdeki yazmak güdüsünü dizginleyemediğim bir zamandan geçiyorum. Yazarlığa adım atma hevesiyle dolu bir karakterin başrolü olduğu Ahlat Ağacı’nı izlerken yazacaklarımı kurgulamaya başlamıştım bile. Filmde güzelce göndermesi yapılan “yazmasaydım ölecektim” klişesine bulaşmıyorum tabii ki. Yazmasam oturup NBA maçı izlerdim. Öncelikle filmi çok geç kalarak izlediğim için filmin içeriği hakkında küçük bilgiler vereceğimi yazımın başında belirteyim. Bir sanat veya film eleştirmeni olmadığım için eleştirmen gibi değil izleyici gibi yorumlar da bulunmak bana hem daha kolay hem daha doğru geliyor. Filmi izlemeden önce NBC tarzında bol bol memleket manzaraları, uzun ve kimi için sıkıcı sahneler beklerken filmde bolca diyalog bulmak beni şaşırttı. Filmin değerlendirmesinin de bu bolca diyaloglar sebebiyle senaryo üzerinde yoğunlaşması gayet doğal olacak. Evet Nuri Bilge Ceylan film kültürümüzde muhteşem bir devrim yapıyor. Klasik olay örgülü filmlerden bunalan,
Bir plastik şişe doğada 2 milyon yılda kayboluyordu sanırım benim kaybolmam içinse 2 sene yetmişti. Bunları bana düşündüren sinirle yere fırlatmaktan vazgeçtiğim su şişesi cebimde, şehrin boğucu sokaklarında boğulmadan yürüme çalışıyorum. Araba farlarının ve sokak lambalarının altında uzayan gölgem ağlayarak bir kaç adım  önümde gidiyor, gözlerime dokunuyorum 1 damla yaş yok. Bir kaç adım, binlerce anı ve milyonlarca pişmanlık. Yitirdiğim benliğimden geriye kalan pişmanlıklara basmadan yürümek zor geliyor bu dakikalarda oturup bir sigara yakıyorum. Kaybolduğum günün İsa’nın doğuşundan veya Muhammet’in Medine’ye gidişinden kaç yıl sonraya tekabül ettiğini bilemem. Bilemediğim şeylerin arasında boğuluyorum. Yönümü kestiremediğim karanlıkta ayın ışığını arıyorum, yönümü bilmeden yıllardır kendimi arıyorum. Kendimi hatırladığım günleri hatırlamayalı epey olmuş. Kalkıp yola devam ediyorum. Aşık Veysel’den Mozart’a doğru uzanan düşünce yolculuğum Barış abinin “can bedenden çıkmayınca”