Bir plastik şişe doğada 2 milyon yılda kayboluyordu sanırım benim kaybolmam içinse 2 sene yetmişti. Bunları bana düşündüren sinirle yere fırlatmaktan vazgeçtiğim su şişesi cebimde, şehrin boğucu sokaklarında boğulmadan yürüme çalışıyorum. Araba farlarının ve sokak lambalarının altında uzayan gölgem ağlayarak bir kaç adım  önümde gidiyor, gözlerime dokunuyorum 1 damla yaş yok. Bir kaç adım, binlerce anı ve milyonlarca pişmanlık. Yitirdiğim benliğimden geriye kalan pişmanlıklara basmadan yürümek zor geliyor bu dakikalarda oturup bir sigara yakıyorum. Kaybolduğum günün İsa’nın doğuşundan veya Muhammet’in Medine’ye gidişinden kaç yıl sonraya tekabül ettiğini bilemem. Bilemediğim şeylerin arasında boğuluyorum. Yönümü kestiremediğim karanlıkta ayın ışığını arıyorum, yönümü bilmeden yıllardır kendimi arıyorum. Kendimi hatırladığım günleri hatırlamayalı epey olmuş. Kalkıp yola devam ediyorum.
Aşık Veysel’den Mozart’a doğru uzanan düşünce yolculuğum Barış abinin “can bedenden çıkmayınca” dizeleriyle bölündü. Allak bullak düşüncelerim arasında nerede ve hangi zamanda olduğumu bilmenin ne önemi olduğunu unutuyorum. İnsan nerede olduğunu bilemeyince nereden geldiğini hatırlamakta zorlanıyor. Hangi sokağın başında kendimden bir iz bıraktığımı, ne çok izim olduğunu, iz sürmenin ne kadar zor olduğunu ve arayanın derdinin sadece aramak olduğunu hızlıca gözden geçiriyorum ama nafile. Kendimle arama giren mesafeler bir ömürle aşılacak kadar kısa değil. Keşke düştüğüm bu girdaptan kurtulmam Ryan’ı kurtarmak kadar basit ve anlaşılır olsaydı. Şiirler ve hayat, savaş ve ölümden daha tehlikelidir. Eline bir silahı alıp bir hayata son vermek kendini dizelerde yaşamaya mahkum etmekten daha kolaydır. Her şeyin basit olduğu savaş zamanlarını giderek daha fazla özlüyorum. Sepet örmeyi unuttuğum günlerin beni ulusumun savaşından uzaklara getirerek şehrin insanı arasına karıştırdığını korkuyla farketmiştim bir zamanlar. Bir daha sepet öremem örsem de Amerikan sermayesinin piyasa dalgalanmaları arasında kelepir fiyatına gidecek bir hediyelik eşya üretmiş olmaktan öteye geçemem artık.

Uğruna savaşacak şeyleri kendimle beraber kaybettim, Hirohito gibi bir enkaza bakarak yenilgiyi kabul ediyorum. Ama onun gibi acıyla değil. Acıya ve hüzne bağışıklık kazandım Irak’taki Amerikalılar kadar. Allah’ım ne çok Amerika var, kaybolan benliğimin izleri kadar fazla. Suçu hemen onlara atmalı ve kaldığım yerde kalmaya devam etmeliyim. Kaldığım yerden kalkmaya halim yok desem yalan olduğunu hepiniz bilirsiniz. Çünkü siz de benim kadar iyi ve adi yalancılarsınız. İnsanın gücü her zaman vardır devam etmeye. İnsan devam etmemeyi seçer veda etmeyi. Hep kolayı seçer insan, ana dilini konuşurken bile. Savaşı bu yüzden seçtik binlerce yıldır, birbirimizi öldürmek kendimizi aramaktan kolaydı. Ah güzel atalarım benim ne kadar da haklısınız. 

İçimde yine o garip geç kalkınmışlık hissi ile besin zincirindeki yerimi gözden geçiriyorum. Avını yakalamayı zamanında başaramadığı için çocukları açlıktan ölmüş bir anne çitanın gözleri karşımda duruyor. Onu anlayamıyorum. Geç kalınmış bir sinemaya öylece dalamazsınız ama hayata geç kaldığınızda öylece dalmanız gerekir. Hissettiğim geç kalmışlık hissi aslında hayata karşıydı ama düşündükçe aslında çok bile yaşadığım gerçeğini bir kez daha gösteriyordum kendime. Benim geç kalmışlığım 2 günde 1 olan treni binlerce kez kaçırmaya daha yakın. Artık kaçırmak için acele acele hazırlanıyor kaçırır kaçırmaz telaşımın bitişinden büyük bir haz duyuyorum. Her geç kalışımda ya bu kez yetişirsem korkusu da giriyor artık dağınık hislerimin arasına. Ah bir bilseniz gidememenin ve geç kalmanın çaresizliğin huzurunu beni  çok daha iyi anlardınız. Çaresizlik huzura ne kadar da yakın ve güçsüz olmak en güzel vicdan mastürbasyonudur. Güçsüz olmanın keyfiyle kendime sövüyorum. Beni duyuyor mu bilmiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ahlat Ağacı Film Eleştirisi